6 Ocak 2016 Çarşamba

VÜCUDUMUZDA KONUŞUYOR


Bugün bir haberle karşılaştım, bir çöp toplayıcısına yapılan yılbaşı çekiminde onun doğum günü olduğunu söylemesi ve bu haberin sosyal medyaya düşmesi üzerine bir grup genç kendisini bulup pasta ve hediyeler götürmüşler. Bir de güzel resim çektirmişler, kağıt toplayıcısıyla. Son derece saygıdeğer bir insan kağıt toplayıcısı, söylediklerinden de bu anlaşılıyor, gençlerimizde takdir edilecek bir davranış örneği göstermişler. Çöpten pasta çıksa keşke demiştim, diyen bir insanın hayallerini gerçeğe dönüştürmek ne büyük mutluluk. Resim de kağıt toplayıcısının kim olduğu işaret edilmiyor. Fakat, yirmi yirmi beş kişinin içinden resme baktığınızda kim olduğunu anlayabiliyorsunuz. Üzerindeki giysilerin kirliliği ya da önüne konmuş pastadan da değil hani, omuzlarının çökmüş olmasından, hayretle kameraya bakan gözlerinden, kendini ezik ve mahcup hisseden halinden. Neden böyle diye uzun uzun düşündüm. Orada bu dostumuza güzel giysiler de giydirmiş olsalar ben kağıt toplayıcısının o olduğunu yine de anlardım.


Sosyal Medyanın ne denli güçlü ve hayatları değiştiren bir gerçeklik olduğunu başka bir yazıya bırakarak bu yazımda yaşadıklarımızın vücudumuzda nasıl izler bıraktığını sorgulamak isteği doğdu bende. Hayatın zorluklarıyla baş etmiş insanların neden omuzları düşüyor ya da herkesin düşüyor mu? Yoksa bu içsel bir kurban bilincine girme hali mi? Malum biz de Kurban olanlara acımak duygusu yoğun şekilde var. Buna kendimi de dahil ediyorum. Oysa o kişinin senden benden farkı ne? Hiç bir fark yok. Bunun için acıma duygusunun kendimizi büyük görmemiz ile bağlantılı olduğunu hatırlatan bir sevgili dostuma selam çakarak yaşadıklarımızın vücudumuzda bıraktığı izlere dönmek istiyorum.

Yaşadığımız her şey enerji alanımızda bir iz bırakıyor. Bu yaşadıklarımız bir de bizi kendimize acımaya götürüyorsa, yani hemen hepsini topraklayıp kendimizden uzaklaştıramıyorsak o zaman enerji bedenimizde bu olayların izleri bir nevi damgaları yer almayı sürdürüyor. Vücudumuz bu yaşadıklarımızı bir zaman sonra kendi duruşuna katıyor. Yani aslında ellerimiz, gözlerimiz, vücut yapımız da konuşuyor. Yaşadıklarımızı, öz güvensizliğimizi, bulunduğumuz ruh halini anlatacak hareketler ve duruşlar içinde oluyor. Bu yüzden birisine yüzün gülüyor ama gözlerin kan ağlıyor diyebiliyoruz. Bu yüzden kendine güveni olmayan insanların sesi daha kısık çıkabiliyor. Enerji alanımıza yapışmış bu olaylar bir zaman sonra vücudumuza geçerek bizi hasta, güvensiz, korkular içinde bir insan haline getirirken, kendi de yaşayan bir organizma olan vücudumuz bu izleri taşımaya başlıyor. Biz kendimize belki aynı görünüyoruz ama bize bakan birisi, biraz da farkındalığı yüksekse bunu görebiliyor. Hayat beni yordu, diyen ya da yorgun görünüyorsun dediğimiz insanlar işte tam da bunun örneği.  Geçmişle olan enerji bağlarımızı kestiğimizde, enerji alanımıza ve daha sonrasında fiziksel bedenimize işlemiş bu damgalardan özgürleşmeye başlıyoruz. Zaman diye bir şey gerçekte olmadığından yaşadığımız her olayda bıraktığımız enerjiler, orada devinmeye devam ediyor. Bu birçok öğretide enerjiyi geri toplamak adı altında çeşitli egzersizlerle, geçmiş olan bağları kesmek şeklinde bize aktarılıyor. Bedenimizin farkında olmak bu deneyimleri temizlemekte önemli bir yer tutuyor. Birçoğumuz bu farkındalığı yıllar önce yitirdik. Çocukken hepimiz bu bağlantıya sahiptik, bedenimizin ihtiyaçlarını ve bize söylemeye çalıştığı şeyleri anlayabiliyorduk. Bu bağın yeniden kurulması önem taşıyor.


Ama tüm öğretilerin, söylenen şeylerin dışında bizim bir tarafımız bunları bırakmayı istemiyor, bunlara tutuyor. Çünkü bizler yaşadığımız deneyimlerin bütünüyüz. Bunlarda bizden giderse, sanki hiç yaşamamış gibi olacağız. Bu deneyimler elbette bizim bütünümüz, niyetimizi bu deneyimlerin biz de kalması ama bizi üzen etkileyen, vücudumuzda hastalık, duruş bozukluğu olarak yansıyan yönlerinin bizden gitmesine niyet edebiliriz. Böylece tutunduğumuz acılardan hem ruhumuz, hem bedenimiz tamamen özgürleşir ve bizler yeni doğmuş bir bebek kadar hür hissedebiliriz. Sevgiyle Kalınız.