28 Kasım 2014 Cuma


KORKUYLA YAŞATMAK

Yeni doğan güneşin doğayı ısıttığı gibi ısıtır bir bebek insanın yüreğini. Güzel olan yeni bir hayata dokunmak. Bebeğin mis kokusunu içine çekmek, tüm masum halleriyle biblodan bozma bir varlıkla temas etmek.

Uzun uzun düşünürüm neden insanlar bir bebeğe sahip olmak ister. İçten gelen güdüsel bir oluş hali midir? Yaşama tutunmanın bir şeklimi? Yaratmanın en yücesi mi? Peki yarattığımız bu bebeğe ne verebiliriz yaşamı boyunca. Kendimizden verdiğimiz bedensellikten başka, ruhunu nelerle doyurabiliriz. Ve nereye kadar vermeliyiz. Müdahalelerimiz kendini keşfedemeyecek bir insan olma yoluna mı sokacak bu bebeği, yoksa bir ruh olduğunun farkında lığında mı yaşayacak hayatı. Neler yerleşecek içine bebeğin, nelerle büyüyecek? Kendini kaç kez fark edip, kaç kez kaybedecek? Bizler, onun için kahırlanıp kederlenecek, doğru yola yönlendirmeye çalışacağız. Dert yanacağız etrafa, en büyük endişemiz olacak bebeğimiz. Korunmaya muhtaç göreceğiz kaç yaşına gelirse gelsin. Tıpkı annelerimizin bize yaptığı gibi. Biz hayata getirdik, biz yaşatacağız ya da yaşatmayacağız. Hayatına müdahale üstüne müdahalede bulunup, kendi doğrumuzu dikte edeceğiz.

İzlediğim bir filmden çok etkilendim. Bir İspanyol filmi. Sonradan Berlin film festivalinden altın ayı ödülünü aldığını öğrendim filmin. Türkçe ismi Acı Süt ya da Acının Sütü diye çevrilebilir. İspanya’da annelerin, acılarından doğan korkuyu aşıladıkları çocuklara bu isim veriliyormuş. Anneler sütlerinden çocuklarına geçiriyorlarmış bu korkuyu. Annesi tecavüze uğramış Fausta’da bir Acı Süt. O kadar korkularla büyümüş ki, sokakta yalnız dahi yürüyemiyor. Ve tecavüze uğramaktan ölesiye korktuğu için, annesinden dinlediği bir hikâyeyi gerçek yapıyor Fausta. Erkekler uzak dursun diye cinsel organına bir patates koyuyor. Patates orada büyürken, Fausta’nın içindeki korkuyu da emiyor belki de. Ve filmin sonunda Fausta iyice hastalanıyor, vücuduna zehir yayan patatesten kurtulmayı kendisi istiyor. Korkunun insana neler yaptırabileceğine en büyük örneklerden biriydi bu film. 

Oysa bebekler ilk doğduklarında ne kadar masum ve kalıplardan uzak oluyorlar. Kimler veriyor bu kalıpları onlara. Sonsuz, uçsuz bucaksız özgür beyinlerini kimler sınırlıyor. Yaşatmak istediğimiz bebeklerimize bizler yapıyoruz bunları. Hayatlarını korkularla zehirliyoruz. Oysa bizler insan olarak, yeniden yeniden doğuyoruz. İki sene içerisinde baştan başa bütün hücrelerimiz yenileniyor. Yepyeni bir bedenle, yenilenmiş bir ruhla bakabiliriz hayata. Gelişmelerine bizler engel oluyoruz yine bebeklerimizin. Onları kısıtlayarak, korkularla şartlandırarak kendimize ait robotlar yaratmaya çalışıyoruz. Ve bunların hepsini sevgi adına yapıyoruz üstelik. Yaptıklarımız barış adına yapılan savaşlardan farklı olmuyor böyle olduğunda. Kendimize benzer insanlar yetiştirmeye çalışıyoruz. Gördüklerimizden hoşnut değilsek eleştiriyoruz.

Korku aşılamak, bir insana yapılabilecek en büyük kötülük. Yeni doğmuş, masum, habersiz bebeklerimize korkuyu değil sevgiyi aşılamayı seçmek bizim elimizde. Asıl olan yaşamak değil, doğru yaşamak.

Sevgiyle Kalın… Öpüldünüz..

27 Kasım 2014 Perşembe



ÇAKRALAR HAKKINDA 
DETAYLI BİR ÇALIŞMA 

1.Çakra; Muladhara Çakra (Kök Çakra ) 
Cinsel organla anüs arasındadır. Rengi kırmızıdır. Dünyevi olanı simgeler.İlk çakra olduğu için bir ila sekiz yaşlarımız arasında gelişir ve kendi başına ayakta kalabilmeyi simgeler. Kök çakra fiziksel dünyayı ve ona duyduğumuz ihtiyaçlarla bağlantılıdır. Bu yüzden yer çekimiyle yakinen ilgisi vardır. Kök çakra bizi maddesel özümüze doğru çeken bir güce sahiptir. Hayatta kalabilmemiz ve devam ettirebilmemiz için gerekli enerjiyi sağlar. Blokaj durumunda korku, güvensizlik, tedirginlik yaşanır. İskelet yapısı,kemikler ve omurgayla bağlantılıdır. Vücut sıvılarımızdaki tuz dengesinden ve vücut metabolizmasını dengeleyen proteinler, yağlar ve karbonhidratları etkileyen hormonları salgılayan bölgeyle, böbrekler ve böbrek üstü bezleriyle bağlantılıdır. Eski zamanlardan bu yana, hayatta kalma içgüdümüzün kaynağı olan kaçma, saldırma dürtülerini salgılayan adrenalinin salgılandığı bezler de kök çakrayla bağlantılıdır. Yetersiz çalışması ağrılara sebep olur ilgili organlarda aktivite kaybı olur. Bu çakra varoluşumuzun temelini teşkil eder. Fiziğe ve yerküreye bağlar. Fiziksel faaliyetlerimiz bu çakranın nasıl çalıştığına bağlıdır. Yorgun isteksiz ve bitkin olmamız bu çakranın çalışmamasından kaynaklanır ya da enerji çekimi ile meşguldür. Bu çakra ile ilgili günlük meditasyonlar ve şifalandırmalar yapmak gerekir. Kök çakra sağlığımızı canlılığımızı kazanmamızı sağlayan merkezimizdir. Bu çakra aynı zamanda geçmiş hayatlarımızın da kilitlerini açarak bize gizli kalmış yeteneklerimizi ve bilgeliğimizi geri kazandırır. Ayrıca bu hayatımızı gölgeleyen geçmiş hayatların olumsuz motiflerini ve acılarını silmemizi sağlar. Bu çakrayı iyileştirdiğimizde ve pozitif şifa enerjisi ile çalışmasını sağladığımızda geçmişi şifalandırır daha canlı ve dinamik oluruz. Sevgi enerjisi kalp çakrası bölgesinden tüm bedene akar ve aura vasıtasıyla dışarıya yayılır. Başkalarının bize nasıl davranacağı ve bizi nasıl algılayacağı auralarımız yoluyla yaydığımız enerjiye bağlıdır. Sevgi enerjisi , hastalıkları iyileştiren içimizdeki korku ve duygusal stresleri yok eden bir enerjidir. Kök çakranın düzensiz çalışması fiziksel seviyede sırt ve bacak ağrılarına, aşırı kilo veya aşırı zayıflığa, kansızlığa ve kemik erimesine sebep olur. Bu problemler duygusal yüklerimizin sırt omurga ve bacaklarda ağrılar şeklinde ortaya çıkması demektir. Bu çakranın dengelenmesi için gıda olarak protein alımına özen gösterilmelidir.

Kök Çakranın Dengelenmesi:

Rengi: Kırmızı
Aroması: Sedir ağacı, patçuli, myrrh ve karanfil
Taşı: Kedi gözü,yakut, kırmızı mercan, akik, hematit ve kantaşı
Mantrası: LAM
Notası: Do
Etkilediği Burç: Oğlak
Etkin gezegeni ve elementi: Satürn ve toprak
Bağlantılı Duyu: Koku alma
Uyumlu hali: 30 saniyede 4 vuruş
Uyumsuz Hali:30 saniyede 4'ten fazla vuruş
Yetersiz Hali: 30 saniyede 4'ten az vuruş.
Uygun Müzik: Ritmik melodiler, davul ve perküsyonlu enstrumantal müzik.

2. Çakra Svadisthana ( Göbek, sakral çakra) 
Göbek deliğimizin iki parmak üstünde yer alır. Duygularımızı ve cinselliğimizi bu çakra kontrol eder. Fiziksel seviyede bağırsaklar, mesane, dalak, rahim ve seks organlarını kontrol eder. Fizik seviyede yaratıcılığın merkezidir. Pozitif çalıştığında, kendimizi iyi hissederiz. Bu çakra canlı ve dengeli ise duygularımız dengeli ve başkalarıyla ilişkilerimiz olumlu olur. Gerçek duygularımızı korkusuz ve abartısız ifade edebiliriz. Düzgün çalıştığında açık, etkileyici, yaratıcı ve akıcı oluruz. Yeterince çalışmıyorsa kendine güvensiz, çirkin ve değersiz hissederiz. Seksüel gücü zayıf , karşı cinsle ve hemcinsleriyle iletişim kurmakta güçlük çekeriz. Bu kişiler zevkleri inkar eder ve kendilerini bundan mahrum ederler. Aşırı ya da yetersiz çalışması durumunda, cinsellikte saplantılı davranışlar, hatta sapkınlığa varan eğilimlere ya da tersi frijidite yani sekse karşı ilgisizlik ve soğukluk görülebilir.Göbek çakrası sekiz ila ondört yaşlar arasında gelişir. Dolayısıyla gelişim çağında ikinci çakra dengesizliği yaşanır. Eğer bu dönemde takılıp kalırsa kişi hayata hüzünle bakan ve öz güven eksikliğine sahip olabilir. Göbek çakrası üreme hormonu bezleriyle bağlantılı olduğu için vücut tüyleri ve ses rengini de etkiler. Çocukluk döneminde aile ve çevreden gelen anlayış çerçevesinde duygular ifade edilir ya da bastırılır. Duyguların özgür ve rahat akmaması durumunda göbek çakrasında dengesizlikle başlar. Blokaj durumunda duygusal olarak kişi kendini patlamaya hazır hisseder, diğer kişilere karışan, kontrolü bırakmak istemeyen, otoriter ve manipulatif bir kişilik ortaya çıkabilir. Duygusal iniş çıkışlar ve dengesizlik hali ortaya çıkar. İzolasyon isteği gelebilir. Fiziki rahatsızlıklar kalın bağırsak sorunları,mesane taşları, sırt ağrıları, kadınlarda üreme organları, rahim ve yumurtalık hastalıkları ,kas spazmları, kabızlıktır. Bu çakranın dengelenmesinde sıvı alımı önemlidir. Dengeli haldeyken kişi neşeli, dışa dönük, kendine saygılı, etkileyicidir.

Göbek Çakrasının Dengelenmesi:

Rengi: turuncu
Aroması: Yasemin, gül ve sandal
Taşı: Quartz, sarı sitrin ve aventurin
Mantrası: Vam
Notası: Re
Etkilediği gezegen ve elementi: Pluton ve su.
Etkilediği Burç: Akrep, terazi ve yengeç.
Bağlantılı duyu: Tat alma.
Uyumlu Hali: 30 saniyede saat yönü tersi 6 dönüş
Uyumsuz hali: 30 saniyede saat yönü tersi veya saat yönü 6'dan fazla dönüş.
Yetersiz Hali: Saat yönü tersi 6'dan az dönüş.
Uygun müzik: Akıcı, ritmik ve kıvrak melodiler. örn. halk müziği.

3.Çakra Manipura, Solar Pleksus (Güneş sinir ağı) 
Göbek deliğimizle göğüs kafesimiz arasında yer alır. Solar plexususun sanksritçe anlamı 'Şehvetli Taş'demektir. Titreşim rengi sarıdır. Güneş gibi yani En temel özelliği güç ve iradedir. Bütünlüğe giden yolu birleştirir. Sosyal anlamda solar pleksus başkalarıyla olan iletişimimizi ifade eder. Değişim ve hareket bu çakrayla ilgilidir. Aynı zamanda kişinin benliğini güçlendirmesinde yardımcı olan çakradır. Bu güç kontrol edilerek ya da agresif metotlarla elde edilen bir güç değildir. Çakranın dengesizliği durumunda reddedilme korkusu, aşırı eleştirel tutum, kalabalıklar içinde bile yalnız hissetme yetenekleri bu çakradan gelir. Astral seyahat, psychic gelişme medyumik algılama bu merkezin tesirleri ile olur. Uyumsuz çalışmasında eleştiriye aşırı tepki verme, kontrol etme ihtiyacı, düşük benlik değeri, öz güven eksikliği. Fiziksel rahatsızlık olarak kendini gösterdiği yerler; Sindirim problemleri, diabet, sinir yorgunluğu, mide ülserleri, sindirim sorunları, alerjiler, şeker hastalığı, karaciğer, pankreas, ince bağırsak sorunları. Uyumlu çalışması halinde neşeli, dışa dönük, kendine saygılı, etkileyici kişilik. Bu çakranın gelişimi on dört, yirmi bir yaşları arasındadır. Bu çağda gençte kendine güven ve benlik değerinin geliştiği yaştır. Bu çakranın dengeleyici besini karbonhidratlardır.

Solar Pleksus'un Dengelenmesi:

Rengi: Sarı
Aroması: Ylang-ylang, vetiver, bergamot
Taşı: Sarı sitrin, aventurin, quartz, amber, topaz
Mantrası: RAM
Notası: Mi
Etkilediği Burç: Koç, Aslan
Etkin gezegeni ve elementi: Güneş, Mars ve ateş
Bağlantılı Duyu: Görme
Uyumlu hali: 30 saniyede saat yönünde 8 dönüş
Uyumsuz Hali:30 saniyede saat yönünde 8'den fazla vuruş
Yetersiz Hali: 30 saniyede saat yönünde 8'den az vuruş.
Uygun Müzik: Ritmik enstrümantal müzik, ilahiler ve dualı müzikler.

4. Çakra: Anahata; Kalp Çakrası: 
Göğüslerin tam ortasında vücudun merkezindedir. Tüm çakraların da merkezindedir. En belirgin özelliği sevgi çakrasıdır. Kalp, sevgi, aşk bu çakranın etkilediği alanlardır. Bu çakra aynı zamanda maddesel olanla ruhani olan arasındaki köprü işlevini de üstlenir. Sanskritçe 'Anahata' İki cismin birbirine çarpmadan çıkarttıkları ses' anlamına gelir. Aslında bu kelime metaforik olarak pek çok şeyi ifade eder. Erkek ve dişi, dünyevi olanla ruhani olan gibi. Şefkati, affetmeyi, koşulsuz sevgiyi ve kendini kabul etmeyi simgeler. Simgesi havadır. Aslında bu çakra bizi biraz zorlar çünkü doğamıza çok ters bir oluşum sergiler. Görünür dünyanın katı formlarından görünmez ve şeffaf olana bu çakra sayesinde geçiş yaparız. Timüs bezi bu çakranın etkilediği salgı sistemidir. Fizik bedenimizdeki etkilediği bölgeler kalp, göğüs, solunum yolları, akciğerler ve dolaşım sistemidir. Kalp çakrasının uyumsuz çalıştığı durumlarda vücudumuzda görülebilecek fiziki rahatsızlıklar; kısa ve sık nefesler, nefes alma güçlükleri, yüksek tansiyondur. Psikolojik açıdansa; bağımlılık, evham, endişe, alınganlık, melankoli, yalnızlık korkusu, duygusal bağlılıktan korkma ya da aldatılma korkusu yaşanabilir. Kalp çakrasının uyumlu çalıştığı durumlarda kişi: empati kurabilen, arkadaş canlısı, şefkatli, başkalarını desteklemeye hevesli ve herkesteki en iyiyi görme hasleti. Kalp çakrasını dengelemek için bol bol yeşil yapraklı sebze tüketmek faydalıdır.Kalp çakrasının gelişimi yirmi bir ala yirmi dört yaşlar arasındadır. Bu dönemde büyük aşklar yaşanması ya da kalp çakrasının simgesi olan 'evlilik' olayının sıkça gerçekleştirilmesi tesadüf olmasa gerek.

Kalp Çakrasının Dengelenmesi:

Rengi: Yeşil, Pembe,Altın
Aroması: Gül, bergamot, melissa, neroli
Kıymetli Taşı: Pembe Quartz, Kunzite, Kırmızı Turmalin, aytaşı, malahit ve yeşim.
Mantrası: YAM
Notası: Fa
Etkilediği Burç: Terazi ve boğa
Etkin gezegeni ve elementi: Venüs ve hava
Bağlantılı Duyu: Dokunma
Uyumlu hali: 30 saniyede saat yönünde 12 dönüş
Uyumsuz Hali:30 saniyede saat yönünde 12'den fazla vuruş
Yetersiz Hali: 30 saniyede saat yönünde 12'den az vuruş.
Uygun Müzik: Klasik müzik

5. Çakra: Vishuddha, Boğaz çakrası: 
Beşinci çakra kendini mavi ile ifade eder.Boğazımızın üstünde köprücük kemiği ile gırtlak arasında yer alır. İletişimin çakrasıdır. İletişimden kastımız kişinin kendisi ve içinde yaşadığı tüm ortamla olan ilişkisi ve iletişimidir. İletişim, ses kendini ifade etme, konuşma ve yazma yeteneği bu çakranın etkilediği özelliklerdir. Boğaz çakrasının vereceği hayat dersi; kişisel ifade ve seçim yapabilme gücüdür. Boğaz çakrası yirmi sekiz ile otuz beş yaşları arasında gelişir. Bu noktada çevrenizde otuzlu yaşlarında kariyerlerinde radikal değişime giden ne kadar çok insan olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Etkisiyle değişimin ve transformasyonun mümkün olduğu çakra merkezidir. Uyumsuz çalıştığında kendini ifade etme sorunları yaşar kişi bunun sonucunda da öfkenin biriktirildiği bölge olabilir. Uzun süreli ses kısıklıkları, konuşurken ses çatallaşması, boğaz enfeksiyonları kendini ifade etmede yetersizliğin belirtileridir. Gene uyumsuz çalıştığında kişi yalancılığa ya da tam tersi aşırı ağzı sıkılığa meyilli olabilir. Boğaz çakrasının uyumsuz çalıştığı durumlarda; tüm durumlara engel olma isteği, çekingenlik, aşırı mükemmeliyetçilik, yaratıcılıkta kapalılık, utangaçlık, güçsüz hissetme veya düşüncelerini ifade edememe durumları ortaya çıkar. Boğaz çakrasının etkilediği fiziksel bölgeler ve hastalıklar : Ses telleri, akciğerler, yemek borusu, Ses sorunları çatallı ve kısık ses, Tiroid rahatsızlıkları,boyun ağrıları ve problemleri, astım krizleri, guatr, hipertiroid, deri döküntüleri, kulak enfeksiyonları, boğaz ağrısı, ileri durumlar da larenks ( gırtlak) kanseri. Boğaz çakrasını uyumlu çalıştığı durumlarda: kuvvetli ilhamlara sahip sanatçılar, güzel sesli başarılı konuşmacılar, halkla ilişkiler ve reklamcılığa yatkınlık. Yazarlığa ve sunuculuğa uygun olurlar. Boğaz çakrasının etkilediği organlar; Boğaz,ağız bölgesi, boyun ve omuzlar, ense, dişler, kulaklar, tiroid salgı bezi. Boğaz çakrasını dengelemek için bol bol meyve tüketilmelidir. Mavi gökyüzü, sakin göl yada durgun su manzaraları boğaz çakrasını dengelemek için faydalı doğa deneyimleridir.

Boğaz Çakrasının Dengelenmesi:

Rengi: Mavi
Aroması: Adaçayı, okaliptüs, papatya ve myrrh
Taşı: Lapis lazuli, turkuaz ve aqua marin
Mantrası: HAM
Notası: Sol
Etkilediği Burç: İkizler, başak
Etkin gezegeni ve elementi: Merkür ve eter
Bağlantılı Duyu: Ses- duyma
Uyumlu hali: 30 saniyede saat yönü tersine 16 dönüş
Uyumsuz Hali:30 saniyede saat yönü tersine 16'dan fazla vuruş
Yetersiz Hali: 30 saniyede saat yönü tersine 16'dan az vuruş.
Uygun Müzik: New age ve yankılı sesler

6. Çakra Ajna, 3.Göz Çakrası: 
İki gözün arasında kaşların ortasında yer alır. Üçüncü göz çakrası sezgiyi simgeler. Sanskritçe 'Ajna' bilmek demektir. Bu çakranın kuvvetli olduğu kişilerin yüzyıllardır medyum, fal ile uğraşması tesadüf olamasa gerek. Üçüncü göz çakrasının etkilediği sistem hipofizdir. ( Hipofizin beynimizdeki işlevi iten ve dışarıdan aldığı tüm mesajları toplayarak yönetici hipotalamus'a göndermektir.) Dolayısıyla en alt çakranın etkilediği salgı sisteminden başlayarak yukarıya kadar gelen tüm mesajları hipofiz toplar ve gönderir. Üçüncü göz çakrasının uyumlu çalıştığı durumlarda kişi geçirgendir. Ne demektir geçirgen olmak; dışarıda meydan gelen olaylar veya durumlardan etkilenmeden merkezinde durabilmektir, aynı zamanda ortamlardaki tüm olumsuzlukları olumluya çevirebilme, her şeyin üstüne çıkıp dışarıdan bakabilme yetisi vardır. Kişi oluşun bilgisine sahiptir, sezgi yetenekleri sayesinde analiz yapabilir ve bundan şüphe etmez. Bu durumda kişi iradesinde tamdır. yani sezgilerine güvenerek geliştirdiği iç duygularıyla yıkılmaz bir kale gibi geçirgendir. Gözlerin görebildiğinin ötesini görür.Duygusal zekası çok kuvvetlidir. Telepatik yetenekleri çok gelişmiştir bu yüzden yükselmiş varlıklarla bağlantı kurabilir ve onlardan ruhsal yardım alabilir. Üçüncü göz çakrasının uyumlu çalışmadığı durumlarda; kabuslar, öğrenme zorlukları ve halüsinasyonlar görülebilir, başarısızlık korkusu, hiç bir şeyden emin olamamak, her şeyin zıddına hareket etme dürtüsü. Üçüncü göz çakrasının etkilediği fiziksel organlar: Yüz, baş, sinir sistemi,hipofiz bezi, gözler, beyin ve beyincik. Rahatsızlıklar: Migren, şiddetli baş ağrıları, körlük ya da görme bozuklukları, sinirsel rahatsızlıklar. Psikolojik olarak etkilediği yerler, bağnazlık ya da aşırı tutuculuk, duygusallığa asla yer vermeyen katı mantıkçı tutum, yalnızlık duygusu. yetersiz çalıştığında kişi; maddesel olana aşırı bağımlıdır, ruhsallığı reddeden aşırı akılcı yaklaşımlara gider. Süper egosu çok kuvvetlidir yani toplum kurallarına aşırı önem verir, unutkandır, duygusal rollerde zorlanır.( örn: baba, eş, sevgili, dost rolleri) Gelişim yaşı yoktur doğuştan ya da sonradan gelişir. Beslenme metodu yoktur. Yükselme ruhsal boyutta gerçekleşmeye başladıktan sonra kişinin maddesel besinlere çok fazla ihtiyacı kalmaz.

Üçüncü Göz Çakrasının Dengelenmesi:

Renk: İndigo mavi, Mor.
Aroması:Günlük, menekşe,yasemin
Taşı: Ametist, Florit, azurit, sodalit, Lapis Lazuli
Mantrası: KSAM ( Dil dişlere yaklaştırılarak ıslık gibi bir sesle KS harfleri çıkarılır)
Notası: La
Etkilediği Burç: Yay, Kova, Balık
Etkin gezegeni ve elementi: Neptun ve Jüpiter
Bağlantılı Duyu: Altıncı his
Uyumlu hali: 30 saniyede saat yönü 96 dönüş
Uyumsuz Hali:30 saniyede saat yönü 96'dan fazla dönüş
Yetersiz Hali: 30 saniyede saat yönü 196dan az dönüş.
Uygun Müzik: Ormanların uğultusu, kozmik sesler

7. Çakra:Sahasrara; Taç Çakra, Tepe Çakrası 
Başımızın tepesinde en orta noktada yer alır. Beyaz, altın ya da koyu mor renkle belirtilir. Diğer çakraların dengesiz ya da yetersiz çalışması durumu tepe çakra için geçerli değildir. İhtiyacımız olan hayat gücünün geldiğine inanılan bağlantı noktasıdır. Aura bedenlerini evrene ve ilahi olana bağlayan bağlayan gümüş kordon taç çakradan çıkar. Benliğin ve bedenin çok ötesindedir. Ruhsallığı, her şeyle birlik olma duygusunu simgeler. Aynı zamanda yuva ve evi de simgeler. Hindu geleneğindeki çizimlerde 'sahasrara' yani bin yapraklı lotus, yapraklarını sonsuza doğru, kendi içinde sürekli açan bir lotus olarak resmedilir. Sanskritçe kelime karşılığı da Bin katlı demektir. İnanılan odur ki aydınlanmaya, kendi farkındalığına ya da bütünlüğe giden yolda, aşağıdan yukarıya kadar bize tek tek yardım eden çakralar birliğe tepe çakrada varırlar. Yani aslında tepe çakra bir nevi ruhsal merkezdir. Aydınlanma, kozmik bilince ulaşmaya ve erdem'in akışına olanak sağlar.Fizik bedende etkilediği yerler beyin,kafatası,beyin zarı, cilt ve epifiz bezidir. Çakranın uyumlu olduğu durumlarda; Kişi bireysel egosunu bırakır ve evrensel egoyu kabullenerek her şeyle birlik olma duygusunu deneyimler. Bolluk ve sonsuz mutluluğun saf bilincinde yaşar. Kendini ruhsallığa açarak bilinçaltına tam hakimiyet kurar. Hayattaki mucizeleri deneyimler. Çakranın uyumsuz olduğu durumlarda kişi paranoyaya yakın ölüm korkusu, ruhsallığı inkar etmeye ve kaçmaya eğilim gösterir, akıl ve mantıkla evrendeki her şeyi açıklamaya çalışarak psikolojiye sırtını dönebilir, aşırı egosantrik bir kişiliğe sahip olabilir, sorular içinde boğuşur ve hiç birine cevap bulamaz, manik depresif bir ruh halinde olabilir, cinselliğini ifade etmede sapkın davranışlar sergileyebilir, Yetersizse; birileri tarafından engellenme korkusu yaşar, sevinç, memnuniyet eksikliği, yıkıcı hisler,panik ve tükenmişlik duygusu, ait olamama hissi, depresyon ve migren görülür. Fziksel olarak uyumsuz olma halinde çevre kirliliğine aşırı hassasiyet, kronik yorgunluk, alzheimer, sara görülebilir. Bu çakranın etkilediği kişiler giderek toplumdan soyutlanır, yüksek ve ücra köşelere gitme ihtiyacı duyarlar. Dünyanın ruhsallıkta en kadim ve yükselmiş tüm uygarlıklarının (bkz.Tibet, Peru vs.) dağlık bölgeler yerleşmiş olması tesadüf olmasa gerek.

Taç Çakranın Dengelenmesi:

Rengi: Beyaz , altın, koyu mor
Taşı: Kuartz, elmas, opal, ametist.
Aroması: Günlük, lavanta, frankinsense, gülağacı ve lotus çiçeği
Mantrası: AUM ( dünyanın bilinen en eski en kuvvetli mantrasıdır, çok dikkatli kullanılması gerekir)
Notası: Si
Etkilediği Burç: Oğlak, Kova, balık
Etkin gezegeni ve elementi: Uranüs, düşünce ve kozmik enerji
Bağlantılı Duyu: Tüm duyuların ötesindedir
Uyumlu hali: 30 saniyede saat yönü 972 dönüş
Uyumsuz Hali:30 saniyede saat yönü 972'den fazla dönüş

Yetersiz Hali: 30 saniyede saat yönü 972'den az dönüş.

Uygun müzik: Sessizlik ve derin vecih hali.  - Alıntıdır-

26 Kasım 2014 Çarşamba


SEN BİR ROBOTSUN UYANMAYA BAŞLA VE GERÇEK YÜZÜN GÖRÜNSÜN 

Zen’de derler ki, gerçek yüz orijinal yüzdür… Doğumundan önce sahip olduğun, ölümünden sonra sahip olacağın yüz. Bu, yaşamdaki tüm yüzlerin, ‘sözde yaşam’daki tüm yüzlerin sahte olduğu anlamına gelir. Gerçek yüzün ne olduğunu nasıl anlamalı? Doğumundan önceye dönmen gerek. Gerçek yüzü bulmanın tek yolu budur, çünkü doğduğun an sahte olmaya başlarsın. Sahte olmaya başladın, çünkü sahte olmak karlıdır.Çocuk doğar ve politikacı olmaya başlar. Dünya ile, ebeveynler ile ilişki kurduğu an politikaya girer. Artık yüzüne dikkat etmelidir. Rüşvet olarak gülümser. Daha fazla kabul görmesi için, daha fazla sevilmesi, takdir edilmesi için nasıl davranması gerektiğini bulmaya çalışır. Ve eninde sonunda çocuk ebeveynlerin, ailenin neleri kınadığını öğrenir ve onları baskılamaya başlar. O zaman sahte işe karışmıştır.

Bu yüzden senin sahip olduğun tüm yüzler sahtedir. Mevcut yüzlerinin arasından gerçek olanı bulmaya çalışma. Onların hepsi sahtedir, benzer şekilde sahte. Faydalıdırlar… işte bu yüzden geliştirilmişlerdir… İşe yararlar, ama doğru değildirler. Ve en derin aldatmaca şudur: Yüzlerinin sahte olduğunu fark ettiğin zaman, gerçek olduğunu düşündüğün bir başka yüz yaratırsın.

Örneğin, bir insan sıradan bir dünyada, sıradan bir hayat yaşamaktadır, bir işi, ailesi vardır ve bütün sahteliklerini, hayatındaki gerçek olmayan şeyleri fark eder ve onlardan vazgeçer. Bir sannyasin olur ve dünyayı terk eder ve artık yüzünün gerçek olduğunu düşünüyor olabilir. Bu yine bir sahte yüzdür. Diğer yüzlere tepki olarak benimsenmiştir ve bir tepki olarak asla gerçek olanı elde edemezsin. Sahte bir yüze tepki göstererek bir başka sahte yüz geliştirirsin. O zaman ne yapmalı?

Gerçek yüz, başarılması gereken bir şey değildir. Senin başarın sahtedir. Gerçek başarılacak bir şey değildir, yetiştirilecek bir şey değildir. Keşfedilecek bir şeydir! Zaten oradadır. Ona erişmen gerekmez, çünkü her çaba ancak bir başka sahte yüze gidecektir. Sahte yüz için çabaya ihtiyaç vardır; onun geliştirilmesi gerekir. Gerçek yüz için herhangi bir şey yapman gerekmez; o zaten oradadır. Sahte yüzlerini tutunmayı bırakırsan, sahte gidecek ve gerçek olan kalacaktır. Bırakacak bir şey kalmadığında ve yalnızca bırakılamayacak olan kaldığında, gerçek olanı fark edeceksin.

Sahte yüzleri bırakmanın yolu meditasyondur. İşte bu yüzden düşüncesiz olmak konusunda bu kadar ısrar edilir… Çünkü düşünce olmadan sahte bir yüz yaratamazsın. Düşüncesiz farkındalık durumunda, sen gerçek olursun… Çünkü temel olarak sahte yüzleri ve maskeleri yaratan düşüncedir. Düşünce olmadığında sahte yüz de olmaz. Yüzün olmaz ve gerçek yüzünü bulursun… İkisi de aynı anlama gelir.

Bu yüzden düşünce sürecine dikkat et. Onunla mücadele etme, onu baskılama. Yalnızca farkında ol: Düşünceler tıpkı gökyüzündeki bulutlar gibi var ve sen onlara önyargısız, lehine ya da aleyhine olmadan bakıyorsun. Aleyhinde olursan, mücadele edersin… Ve bu mücadele yeni bir düşünce süreci yaratır. Lehinde olursan, kendini unutursun ve düşünce sürecinin akıntısında süzülürsün. Bilinçli bir tanık olarak var olamazsın. Lehinde isen, sen sürecin içinde olursun. Aleyhinde olursan tepkide bir başka süreç yaratırsın.

Bu yüzden lehine ya da aleyhine olma. Düşüncelerin hareket etmesine izin ver, bırak nereye gidiyorlarsa gitsinler, derin bir salıverme içinde ol ve sen yalnızca tanık ol. Yargılama; “Bu iyi, bu kötü” deme. İlahi varlığa dair bir düşünce gelirse, “Güzel!” deme. Bunu dediğin an onunla özdeşleşirsin ve düşünce süreci ile işbirliği yapmış olursun. Ona yardım ediyorsun, ona enerji veriyorsun, onu besliyorsun. Ve eğer onu besliyorsan, o asla geride kalmaz.

Ya da eğer bir düşünce varsa, cinsel bir düşünce varsa; “Bu kötü;bu günah,” deme. Çünkü “Bu günah” dediğin zaman bir başka düşünce dizisi yaratmış olursun. Cinsellik bir düşüncedir, günah bir düşüncedir, Tanrı bir düşüncedir. Ne lehine, ne aleyhine ol. Yalnızca önyargısız gözlerle bak, yalnızca kayıtsızca izle.

Bu zaman alacaktır. Zihin fikirlerle çok meşgul olduğunda, çok zordur. Bir şey gördüğümüz an onu yargılarız. Beklemeyiz; tek bir an bile boşluk yoktur. Bir çiçek görürsün; ve çoktan “ Çok güzel” demişsindir. Görmenin kendisiyle beraber yorum gelir.

Bu yargılama alışkanlığını bırakmak gerektiğinin daima farkında olmalısın. Bir yüz görüyorsun ve çoktan onu yargılamışsındır bile… Çirkin, iyi, kötü ya da başka bir şey. Bu yargılama öylesine derinlere kök salar ki hiçbir şeyi yalnızca göremeyiz. Zihin hemen işe karışır. Böylece, görebildiklerimiz yalnızca görüntü olarak kalmaz, yorumlanır. Yorumlama. Yalnızca gör.

Gevşemiş durumda otur ya da uzan. Gözlerini kapa ve düşüncelerinin hareket etmesine izin ver. “Kötü!” dersen, kınarsan, o zaman onları baskılamaya başlarsın. O zaman onların bağımsız olarak hareket etmelerine izin vermezsin. İşte bu yüzden düşlere bu kadar ihtiyaç duyulur, çünkü gün boyunca her neyi baskılıyorsan, gece salıverirsin. Baskılananlar zorla ifade edilirler, ifade edilmeye ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden her neyi baskılıyorsan rüyanda görürsün. Düşler duyguların boşaltılmasıdır.

Meditasyonda hiçbir düşünceyi baskılamamalısın. Ama bu zordur, çünkü tüm zihin yargılardan, teorilerden, -izmlerden, öğretilerden, inançlardan oluşur. Bu yüzden herhangi bir fikre, felsefeye ya da dine derin bir saplantı duyan biri, meditasyona gerçekten giremez. Zordur, çünkü saplantısı meditasyona girmesine engel olur.

Tüm felsefeler baskılayıcıdır, tüm dinler, ideolojiler baskılayıcıdır, çünkü sana yorumlar verirler. Senin hayatı olduğu gibi görmene izin vermezler. Gördüklerine yorum dayatırlar.

Meditasyonun derinlerine gitmek isteyen biri bu ideoloji saçmalığının farkında olmalıdır. Felsefesiz, hayata karşı belli bir tavrı olmayan basit biri ol. Yalnızca bir arayıcı ol… Sorgulayan biri, hayatın ne olduğunu öğrenmek için derinlemesine sorgulayan biri. Buna herhangi bir ideoloji dayatma. O zaman meditasyona girmek çok kolay olacaktır.

Çok temel bir gerçek olarak şunun hatırlanması gerekir; Yargılama, bırak zihin rahatça aksın. Irmak nasıl akıyorsa, bırak zihin de rahatça aksın; sen kıyıya oturup izle. Ve bu izleyiş saf olmalıdır… Herhangi bir yorum olmadan. Eninde sonunda, ırmak aktığı zaman, baskılanmış fikirler hareket ettiği zaman, boşlukların geldiğini göreceksin. Bir düşünce gidecek ve bir başka düşünce gelmeyecek ve bir boşluk olacak… Bir aralık. O aralıkta hiçlik olacak. O aralıkta, sen gerçek yüzünü, orijinal yüzünü ilk kez göreceksin.

Düşünce olmadığında toplum da olmaz. Düşünce olmadığında bir başkası da olmaz. Bir başkası, bir toplum olmadığında, herhangi bir yüzün olması da gerekmez. Düşüncesizlik, yüzü olmamaktır. O aralıkta, bir düşünce gittikten sonra başka bir düşünce belirmediğinde, o aralıkta, ilk defa kendi yüzünün ne olduğunu gerçekten bileceksin… Doğduğun zaman sahip olduğun, öldüğün zaman sahip olacağın yüzü.

Gerçek yüzünü bir kez tanıyınca, bir kez Budistlerin buddha swabhava (içsel budanın doğası) dediği içsel doğayı hissettiğinde, o tek bakışla, artık farklı biri olacaksın, çünkü artık neyin sahte olduğunu, neyin gerçek olduğunu daima bileceksin. O zaman bir kriterin olacak. O zaman karşılaştırabileceksin ve neyin gerçek, neyin gerçekdışı olduğunu sormana gerek kalmayacak. Soru yalnızca senin neyin gerçek olduğunu bilmediğin için geliyor ve sen her neyi biliyorsan hepsi gerçekdışıdır.

Ancak meditasyon sayesinde neyin sahte imge, neyin gerçek, orijinal yüz olduğunu öğrenebilirsin. Elbette, zihin kendiliğinden çalışır ve sen her ne yapıyorsan mekanik olmuştur. Bu mekanikliği kırmak zordur.

Anlaşılması gereken ilk şey: Mekaniklik hayatın bir gerekliliğidir… Ve bedeninin içsel bir mekanizması vardır. Colin Wilson buna içsel robot demiştir, içinde bir robot var. Bir kez eğitilince, bir kez her konuda eğitim alınca, o eğitim robota geçer. Buna hafıza diyebilirsin, zihin diyebilirsin, herhangi bir şey diyebilirsin, ama robot sözcüğü iyidir, çünkü o tamamen mekanik, otomatiktir. Kendi bildiği gibi işler.

Araba sürmeyi öğreniyorsun, farkında, uyanık olmak zorundasın. Tehlike vardır. Araba sürmeyi bilmiyorsun ve her şey olabilir, bu yüzden uyanık olmak zorundasın. İşte bu yüzden öğrenmek acı vericidir, insanın daima uyanık olması gerekir. Araba sürmeyi öğrendikten sonra, araba sürmek zihnin robot kısmına verilir. Artık sigara içebilir, şarkı söyleyebilir, radyo dinleyebilir, arkadaşınla konuşabilir, hatta kız arkadaşını sevebilirsin. Herhangi bir şey yapabilirsin ve benliğinin robot kısmı arabayı sürmeye devam eder.

Sana ihtiyaç duyulmaz; sen yükten kurtulursun. Her şeyi robot yapar. Senin nerede döneceğini hatırlaman bile gerekmez; buna gerek olmaz. Her şeyi robot yapar, sana ihtiyaç yoktur.

Ani bir şey olursa, bir kaza ya da eğitimini almadığı için robotun başa çıkamadığı bir şey, ancak o zaman sana ihtiyaç duyulur. Aniden bedeninde bir silkinme olur. Robot gider ve yerine sen gelirsin. O silkinişi hissedebilirsin. Artık arabayı süren sensin. Ama kaza atlatıldıktan sonra robot yine işleri devralır. Sen gevşersin ve robot arabayı sürer.

Ve Hayat için bu gereklidir, çünkü yapacak çok şey vardır… O kadar çok şey! Ve onları yapacak robot olmasa, sen hepsini birden yapamazsın.

Ben robota karşı değilim. Her ne öğreniyorsan git, robota ver, ama efendi sen kal. Robotun efendi olmasına izin verme. Sorun budur: Robot efendi olmaya çalışır, çünkü robot senden daha verimlidir. Eninde sonunda robot sana şöyle diyecektir: “Sen tamamen emekliye ayrıl. Sana ihtiyaç yok. Ben her şeyi daha verimli bir şekilde yapabilirim.”

Sen efendi kal. Senin robotun efendisi olarak kalman için ne yapılabilir? Tek bir şey mümkündür: Zaman zaman, tehlike olmadan, dizginleri eline al. Robota gevşemesini söyle, koltuğa sen otur ve arabayı sür… Herhangi bir tehlike olmadan, çünkü tehlike durumunda silkinir ve otomatik olarak robotun yerine geçersin.

Araba sürüyorsun: Aniden, hiçbir gereklilik olmadan, robota gevşemesini söyle. Koltuğa sen geç ve arabayı sür. Yürüyorsun: Aniden hatırla ve bedene şöyle de: “Artık bilinçli olarak yürüyeceğim. Robota izin yok. Efendi benim ve bedeni bilinçli olarak hareket ettireceğim.”

Beni dinliyorsun: Beni dinleyen robot kısım. Aniden onu silkele; zihnin işe karışmasına izin verme. Beni doğrudan, bilinçli olarak dinle.

Bilinçli olarak dinle derken neyi kastediyorum? Sen bilinçsiz olarak dinlerken, yalnızca bana odaklanmışsın ve kendini tamamen unutmuşsun. Ben varım, konuşan var, ama dinleyen bilinçsiz. Sen dinleyici olarak kendinin farkında değilsin. Ben dizginleri ele al derken, iki noktanın farkında ol demek istiyorum: Konuşanın ve dinleyenin. Ve sen iki noktanın, konuşan ile dinleyenin farkında olursan, üçüncü nokta olursun: Tanık.

Bu tanıklık senin efendi olarak kalmana yardım eder. Ve eğer efendi sensen, robotun hayatını bozamaz. Şu anda bozuyor. Bu robot yüzünden tüm hayatın karman çorman oluyor. O, yardım eder, verimlidir, ama senden her şeyi alır… Ona verilmemesi gereken şeyleri bile.

Aşık oldun: Başlangıçta güzeldir, çünkü henüz robota verilmemiştir. Öğreniyorsun. Canlısın, farkında, uyanıksın ve aşkın bir güzelliği var. Ama eninde sonunda robot işlerin başına geçecek. Karı koca olacaksın ve idareyi robota vereceksin. Sonra aşk bir yük olur ve insan aşktan bile kaçmak ister. Tüm duyguların, tüm ilişkilerin artık robot tarafından idare edilmektedir. İşte bu yüzden bazen bir şeyi yapmamak konusunda ısrar edersin, ama robot yapman konusunda ısrar eder, çünkü robot onu yapmak için eğitilmiştir. Ve sen hep başarısız olursun ve robot hep başarılı olur.

Dersin ki: “Bir daha öfkelenmeyeceğim,” ama bunu demen anlamsızdır, çünkü robot eğitilmiştir. Ve eğitim uzun sürmüştür, bu yüzden aklından “ Bir daha öfkelenmeyeceğim” diye tek bir cümle geçirmen hiçbir etki yapmaz. Bu robot uzun zamandır eğitiliyor. Bu yüzden biri sana hakaret ettiğinde, öfkelenmemem kararının hiçbir faydası olmayacaktır. Robot hemen idareyi ele alacak ve ne yapmak üzere eğitilmişse yapacaktır. Ve sonra, sonunda, robot işini bitirdikten sonra, sen pişman olacaksın.

Ama güçlük, derin güçlük şudur: Pişmanlık bile robotun işidir, çünkü sen hep böyle yaptın… Öfkeden sonra pişman oldun. Numarayı robot da öğrendi; o pişman olacak ve sen yine aynı şeyi yapacaksın.

İşte bu yüzden defalarca, elinde olmadan bir şey yaptığını, bir şey söylediğini, belli bir şekilde davrandığını hissettin. Bu ‘elinde olmadan’ ifadesi ne anlama geliyor? İçinde eyleme geçebilen, sana rağmen bir şeyler yapabilen bir başka benlik olduğu anlamına geliyor. O benlik kim? Robot!

Ne yapmalı? “Bir daha öfkelenmeyeceğim.” gibi yeminler etme. Bunlar bozulmaya mahkumdur; seni hiçbir yere götürmez. Tersine, her ne yapıyorsan, bilinçli olarak yap. İdareyi robottan al… Her sıradan şeyde. Yemek yerken, bilinçli olarak ye. Her gün yaptığın gibi mekanik olarak yapma. Sigara içerken, bilinçli olarak iç. Bilinçli, uyanık ol… İkisi arasında bir fark vardır.

Elimi mekanik olarak, farkındalık olmadan kaldırabilirim; elimi tüm farkındalık elime akarken kaldırabilirim. Dene! Farkı hissedeceksin. Farkında olduğunda elin çok ağır, çok sessizce kalkacak ve sen elin farkındalıkla dolu olduğunu hissedeceksin. Ve elin farkındalıkla doluyken, zihnin düşüncesiz olacaktır, tüm farkındalık ele gitmiştir. Artık düşünecek enerji kalmamıştır.

Elini mekanik olarak kaldırdığında, sen düşünmeye devam edersin ve elin hareketine devam eder. Eli kim hareket ettirir? Robotun. Kendin hareket ettir! Gün boyunca, herhangi bir zaman, herhangi bir an, herhangi bir şeyi yaparken yap. İdareyi robottan al. Kısa süre sonra robot üzerinde hakimiyet edineceksin. Ama zor durumlarla deneme… Biz hep zor durumları da deneriz, ama zorluk yüzünden asla kazanamazsın. Basit durumlarla başla.

Biz hep zor durumları da deneriz. Örneğin, bir adam “öfkelenmeyeceğim” diye düşünür. Öfke çok zor bir durumdur ve robot onu sana bırakmayacaktır. Aslında bunu robotun yapması daha iyidir, çünkü onun senden daha fazla bilgisi vardır. Durum çok karmaşıktır ve senin şu anda sağlayabileceğinden daha verimli bir idare gerekmektedir.

Sen robotun yardımı olmadan her karmaşık durumla başa çıkabileceğinin tamamen farkına varmazsan robot idareyi sana bırakmayacaktır. Ve bu çok gerekli bir savunma mekanizmasıdır. Aksi olsaydı, hayatını karman çorman ederdin…

Yürümek gibi basit işlerle başla. Farkında ol ve ağır ağır yürü. Tüm bedeninde farkındalıkla dolu ol. Bir ayak ilerlediği zaman, sen de onunla ilerle. Tamamen farkında ol. Zihinle başka hiçbir şey yapma; yalnızca tüm zihni farkındalığa çevir.

Zor olacaktır, çünkü robot daima işe karışacaktır. Bu yüzden ciddi olmayan şeylerle, karmaşık olmayan, basit şeylerle dene.

Ama biz hep zor şeyleri deneriz; o zaman yeniliriz. O zaman yenilgi duygusu sana kendin hakkında derin bir kötümserlik verir. Hiçbir şey yapamadığını düşünmeye başlarsın. Bu robot için faydalıdır. Zorluk çektiğinde robot hep senin için bir şeyler yapmaya devam eder, çünkü o zaman sen hep yenilirsin.

Basit şeylerle başla. Gündelik işlerinde, sıradan hayatında daha fazla farkında olursan, farkındalık artar. Ve bu farkındalıkla sen yalnızca mekanik bir şey olmaktan çıkarsın. İlk defa bir kişi olursun… Şu anda değilsin. Ve bir kişinin yüzü vardır; mekanik bir şeyinse maskeleri vardır, yüzü yoktur.

Sen bir kişiysen (canlı, uyanık, farkında) gerçek bir varoluşun olabilir. Yalnızca mekanik bir aletsen, gerçek bir varoluşun olamaz. Her an seni değiştirir; her durum seni değiştirir. Sen içsel nüvesi olmayan, sürüklenip giden bir şey olursun. Farkındalık sana içsel varlık verir. O olmadan sen var olduğunu hissedersin, ama yoksun.

Biri Buda’ya sormuş: “Ben insanlığa hizmet etmek istiyorum. Bana nasıl hizmet edeceğimi söyle.” Buda adama derinlemesine, içine işlercesine, derin bir sevecenlikle bakmış ve demiş ki: “Ama sen neredesin? İnsanlığa kim hizmet edecek? Sen daha yoksun. İlk önce var ol ve var olduğunda, bana sormana gerek kalmaz. Var olduğunda, yapmaya değer bir şey aklına geliverecek ve yapacaksın.

”Bu “Sen yoksun” ile ne kastedilmektedir? Bu, senin bir robot olduğun, mekanik bir şey olduğun, mekanik kurallarına göre işlediğin anlamına gelir. Uyanık olmaya başla. Yaptığın her şeye farkındalıkla dahil ol… Ve basit şeylerle başla. OSHO'dan alıntıdır.

25 Kasım 2014 Salı

HAYATI SULAMAK

Bundan birkaç yıl önce bir özenti, bir adet bonzai edindik. Bir çiçeğe verilebilecek yüksek bir parayı ödeyerek hem de. Güzel, bohem bir duruşu var çiçeğin. Ben de çok seviyorum elbette ama uzaktan. Görüntüsü güzel ya, bir tablo gibi izliyorum çiçeği. Arada bir gidip iki üç kelime sevgi sözcüğü de fısıldamıyor değilim. Ne de olsa çiçeklerinde bizi duyduklarından, hislere tepki verdiklerinden eminim.

Gel zaman git zaman çiçeğe bakma görevi bana kaldı. Çiçek bana bakıyor bakmasına da, ben çiçeğe nasıl bakacağımı bilmiyorum. Önce omuz silkip çiçek işte su vereceğim ne olabilir ki dedim. Bir de kış ayı uzak tutuyorum kaloriferlerden, arada ışığa çıkarıyorum filan. Baya bir iyi baktığımı düşünüyorum. Neticede geçen yaz tatile giderken evde unutmuştuk da, ağlaya ağlaya dönmeye ikna etmiştim nişanlımı. Kartal'ı çoktan geçmişken Mecidiyeköy'deki evimize. Öyle önem veriyorum yani.

Önem veriyorum vermesine de çiçeğe bir şeyler oluyor, gittikçe yaprakları dökülmeye, sağlıksız bir görünüm almaya başlıyor. Ne yapacağımı bilmez halde internet sitelerini araştırıp, nişanlıma telefon açıyor, bir sürü kişiyle konuşuyorum. İçim yanıyor bir yandan da, gözümün önünde canlı bir varlık ölüyor ve bu varlığın ölümüne sebep olan da benim. Toprağı yetersiz diye toprağını değiştirmeler mi dersin, sağlık kazansın diye ilaçlar almalar mı dersin, çeşitli zincir mağazaları Bonzai coşturan satmadıkları için azarlamak mı dersin, her türlü çabayı harcıyorum olmuyor. Çiçek gittikçe daha fazla kuruyor ve sonun da sadece bir ağaç olarak kalıyor gözümün önünde, yeşil hiç bir yaprağı olmadığı gibi ana gövdesi de öldüğünü belli eder halde.

Bir gün artık öldüğüne ikna olduğum bir an, çiçeğe doğru bakıp ben neyi yanlış yaptım diye sordum. O ölü bitki sanki bana cevap verdi, çok fazla suladın. Ama söyledikleri gibi iki üç günde bir su döküyordum ama ne kadar döküyorum suyu orasından hiç emin değildim.

Sonra bir şeyi daha fark ettim ki, ben hayatı da böyle fazla suluyorum. İstediklerimi aşırı istiyorum, aşırı çaba harcıyorum. Bunu yaparak da, o işin olmamasını sağlıyorum. Çünkü tüm bu aşırı çabalar, aşırı didinmeler aslında inançsızlıktan ileri geliyor. Ben o işin olacağına inanmıyorum bilinç altımda, belki fazla çabalarsam olur sanıyorum. Bu yoğun çabalarımın sonucu o iş olsa bile, ben çok yorulmuş oluyorum, olan işte eciş bücüş hiç bir şeye benzemeyen bir şey oluyor. Bu sefer de gelsin şikayetler, ben bundan daha iyisini hak ediyorum. Evet hak etmesine ediyorsun belki, ama inanmıyorsun ki olacağına en baştan. Fazla sulaman da bu yüzden, didinip durman içsel endişenden ileri geliyor.

Oysa gerçekten olacağına inansan, yapmak gereken kadarını yapıp bırakırsın olması için. Benimkisi tohumu ektikten sonra çıkarıp çıkarıp bakmaya benziyor acaba patladı mı diye. Sabır ve inanç bir şeyin olmasının özündeki şeyler, gerisi zaten çorap söküğü gibi geliyor. Çiçeklerimizde hep yeşil, hep sağlıklı büyüyor. Öpüldünüz.

23 Kasım 2014 Pazar

SPİRİTÜEL KİMLİK PROBLEMİ

             Çocukluğumdan itibaren başlayan bir arayışla, bütün dinleri bildiğimce araştırıp sonunda herkes gibi New Age akımlara kapılmaktan kendimi alamamıştım.

Bitmek bilmez bir okuma dürtüsü, öğrenmek için gidilen sayısız dernek, seminer, konferans, eğitim, enerji çalışması, yine okuma, uygulamalar yapma aşamalarını geçince benim seminerler verdiğim yeni bir aşama başlamıştı. Bunun da beni geliştiren, ilerlemem gereken yolda beni hızlandıracak bir süreç olacağını düşünüyordum. Sonuçta bütün öğretilerde, öğretmenin kendine öğretmek olduğu açıkça söyleniyor. Ben de kendime öğrettiğimi düşünüyordum tüm verdiğim seminerlerde, eğitimlerde.

Bir süre sonra bir spritüel zehirlenme yaşadığımı fark ettiğimde, oldukça yorulmuş, enerjimin bir kısmını tüketmiş, öğrenme merakımı yitirmiş ve kişisel gelişimciyim diyen herkesten kaçar olmuştum. Bunu onaylar gibi yeni bir şey ilgimi çektiğimde dahil olmak istesem ters bir durumla, beni içsel olarak rahatsız eden bir halle karşılaşmaya başlamıştım. Ben de en doğrusunun uzaklaşmak olduğuna karar verdim.

Kendimi diğer tüm zehirlenmelerde olduğu gibi rehabilite etmem gerektiği su götürmez bir gerçekti. Her şeyi yüreğimdeki büyük bir özlemle bırakıp uzaklaştım. Sanki ailemi terk ediyormuşum gibi hissetmem de cabasıydı. Ancak bana faydadan çok zarar veren bu halden bir an önce uzaklaşmak yapmam gereken en doğru hareketti.

Tüm bu süreçler boyunca, çevremdekilerle birlikte spiritüel çalışmaların bir çevre yaratmak için oluşturulduğunu ve ego şişirmekten başka bir işe yaramadığını fark ettim. Bunda bir tanıtım seminerine katılmamın da büyük faydası oldu. Şu kadar parayı ödeyin ve bizden birisi olun diyordu kısacası. Bizim grubumuza katılın, benim gibi değişin paralanın arkadaşımız haline gelin. Kafamdan aşağıya kaynar sular boşandı o an. Tüm bunlarda bir ötekileştirmeden başka bir şey değildi. Biz uyanmışlar ve hoş görü gösterdiğimiz zavallı uyanmamışlardan oluşan diğerleri.

Kendimize oluşturduğumuz seminer guruplarında, nasıl daha iyi yaşayacağımıza, nasıl daha mutlu olacağımıza dair ahkam kesen, affedin, öfkenizi bırakın, şükür edin diyen polyanna eğitmenler. Nasıl arkadaş? Söylemesi kolay otuz yıldır aynı kod dönüyo benim beynim de, nasıl yapıcam da yirmi bir günde ya da kırk kusur günde bunu değiştireceğim. Yok öyle ekmeğe böyle köfte.

Bu kadar kolay her şey diye tabakta sunduğumuz ( ki benim de eğitimlerimde yaptığım), hadi şu cümleyi her gün söyle diye haplar verdiğimiz çalışma çöplüğünün içerisinden cidden kaç tanesi gerçek mana da işe yarıyor ki. Alışkanlığa geçirelim düşünceyi, ee sen tekrarlarken robot kimlik devreye giriyor bir süre sonra ve onun tekrarlaması hiç bir fayda sağlamıyor ki. Bütün bunlar değişmiyor ki. İnsanlara bu değişimlerin beş on yıllar aldığını söylemek de kimsenin işine gelmiyor elbette. Meditasyon yapmalısın, spor yapmalısın, sağlıklı beslenmelisin yoksa bir cacık olmaz yaptığın çalışmalardan, en azından bu bilinç düzeyinde böyle demek hiç kimsenin işine gelmiyor.

Parayı ver düdüğü çal diyor herkes. Düdük nerede söyleyen yok. Çalışma yaptım büyük açılımlar sağladım diyenlerin ileri ki zamanlarına bakmayı çok isterim, ne kadar zamanlık bu iyileşme. Hapın etkisi ne zaman geçiyor.

Yutturmayın artık insanlara bu spiritüel hapları. Enerjinin amacı senin tekamül etmeni sağlamaktır arkadaş bu hayatında tekamül etmek için fakir olman gerekiyorsa, sittin sene çalışma yap fakir olacaksın. Anlaman gereken asıl şey orada senin bilincinde, sen bunu anlamıyorsan elin adamı nasıl anlasın. Sen kendini tanımıyorsan, öfkelerinin kızgınlıklarının gerçek kaynağını bilmiyorsan elin adamı nereden bilsin. Üstelik bilimsel olan hiç bir şey de yok ortada. Bilimsel olan da bile daha bilemediğimiz çok şey var derken bu spiritüel şahıslar nasıl da bulmuşlar bütün sorunların çözümünü.

Kendin çalışacaksın, kendin araştırıp kendin bulacaksın kim olduğunu. Ha birisi gel sana ücretsiz bir şeyler anlatacağım derse, git dinle mutlaka öğreneceğin bir şeyler vardır ama bu plasebo haplara para verme artık. O paraları kendin için harca seyahate çık, mutlu olacağın şeyler yap daha etkili olacağını garanti ederim. Öpüldünüz.