Bundan birkaç yıl önce bir özenti, bir adet bonzai edindik. Bir çiçeğe verilebilecek yüksek bir parayı ödeyerek hem de. Güzel, bohem bir duruşu var çiçeğin. Ben de çok seviyorum elbette ama uzaktan. Görüntüsü güzel ya, bir tablo gibi izliyorum çiçeği. Arada bir gidip iki üç kelime sevgi sözcüğü de fısıldamıyor değilim. Ne de olsa çiçeklerinde bizi duyduklarından, hislere tepki verdiklerinden eminim.
Gel zaman git zaman çiçeğe bakma görevi bana kaldı. Çiçek bana bakıyor bakmasına da, ben çiçeğe nasıl bakacağımı bilmiyorum. Önce omuz silkip çiçek işte su vereceğim ne olabilir ki dedim. Bir de kış ayı uzak tutuyorum kaloriferlerden, arada ışığa çıkarıyorum filan. Baya bir iyi baktığımı düşünüyorum. Neticede geçen yaz tatile giderken evde unutmuştuk da, ağlaya ağlaya dönmeye ikna etmiştim nişanlımı. Kartal'ı çoktan geçmişken Mecidiyeköy'deki evimize. Öyle önem veriyorum yani.
Önem veriyorum vermesine de çiçeğe bir şeyler oluyor, gittikçe yaprakları dökülmeye, sağlıksız bir görünüm almaya başlıyor. Ne yapacağımı bilmez halde internet sitelerini araştırıp, nişanlıma telefon açıyor, bir sürü kişiyle konuşuyorum. İçim yanıyor bir yandan da, gözümün önünde canlı bir varlık ölüyor ve bu varlığın ölümüne sebep olan da benim. Toprağı yetersiz diye toprağını değiştirmeler mi dersin, sağlık kazansın diye ilaçlar almalar mı dersin, çeşitli zincir mağazaları Bonzai coşturan satmadıkları için azarlamak mı dersin, her türlü çabayı harcıyorum olmuyor. Çiçek gittikçe daha fazla kuruyor ve sonun da sadece bir ağaç olarak kalıyor gözümün önünde, yeşil hiç bir yaprağı olmadığı gibi ana gövdesi de öldüğünü belli eder halde.
Bir gün artık öldüğüne ikna olduğum bir an, çiçeğe doğru bakıp ben neyi yanlış yaptım diye sordum. O ölü bitki sanki bana cevap verdi, çok fazla suladın. Ama söyledikleri gibi iki üç günde bir su döküyordum ama ne kadar döküyorum suyu orasından hiç emin değildim.
Sonra bir şeyi daha fark ettim ki, ben hayatı da böyle fazla suluyorum. İstediklerimi aşırı istiyorum, aşırı çaba harcıyorum. Bunu yaparak da, o işin olmamasını sağlıyorum. Çünkü tüm bu aşırı çabalar, aşırı didinmeler aslında inançsızlıktan ileri geliyor. Ben o işin olacağına inanmıyorum bilinç altımda, belki fazla çabalarsam olur sanıyorum. Bu yoğun çabalarımın sonucu o iş olsa bile, ben çok yorulmuş oluyorum, olan işte eciş bücüş hiç bir şeye benzemeyen bir şey oluyor. Bu sefer de gelsin şikayetler, ben bundan daha iyisini hak ediyorum. Evet hak etmesine ediyorsun belki, ama inanmıyorsun ki olacağına en baştan. Fazla sulaman da bu yüzden, didinip durman içsel endişenden ileri geliyor.
Oysa gerçekten olacağına inansan, yapmak gereken kadarını yapıp bırakırsın olması için. Benimkisi tohumu ektikten sonra çıkarıp çıkarıp bakmaya benziyor acaba patladı mı diye. Sabır ve inanç bir şeyin olmasının özündeki şeyler, gerisi zaten çorap söküğü gibi geliyor. Çiçeklerimizde hep yeşil, hep sağlıklı büyüyor. Öpüldünüz.
Gel zaman git zaman çiçeğe bakma görevi bana kaldı. Çiçek bana bakıyor bakmasına da, ben çiçeğe nasıl bakacağımı bilmiyorum. Önce omuz silkip çiçek işte su vereceğim ne olabilir ki dedim. Bir de kış ayı uzak tutuyorum kaloriferlerden, arada ışığa çıkarıyorum filan. Baya bir iyi baktığımı düşünüyorum. Neticede geçen yaz tatile giderken evde unutmuştuk da, ağlaya ağlaya dönmeye ikna etmiştim nişanlımı. Kartal'ı çoktan geçmişken Mecidiyeköy'deki evimize. Öyle önem veriyorum yani.
Önem veriyorum vermesine de çiçeğe bir şeyler oluyor, gittikçe yaprakları dökülmeye, sağlıksız bir görünüm almaya başlıyor. Ne yapacağımı bilmez halde internet sitelerini araştırıp, nişanlıma telefon açıyor, bir sürü kişiyle konuşuyorum. İçim yanıyor bir yandan da, gözümün önünde canlı bir varlık ölüyor ve bu varlığın ölümüne sebep olan da benim. Toprağı yetersiz diye toprağını değiştirmeler mi dersin, sağlık kazansın diye ilaçlar almalar mı dersin, çeşitli zincir mağazaları Bonzai coşturan satmadıkları için azarlamak mı dersin, her türlü çabayı harcıyorum olmuyor. Çiçek gittikçe daha fazla kuruyor ve sonun da sadece bir ağaç olarak kalıyor gözümün önünde, yeşil hiç bir yaprağı olmadığı gibi ana gövdesi de öldüğünü belli eder halde.
Bir gün artık öldüğüne ikna olduğum bir an, çiçeğe doğru bakıp ben neyi yanlış yaptım diye sordum. O ölü bitki sanki bana cevap verdi, çok fazla suladın. Ama söyledikleri gibi iki üç günde bir su döküyordum ama ne kadar döküyorum suyu orasından hiç emin değildim.
Sonra bir şeyi daha fark ettim ki, ben hayatı da böyle fazla suluyorum. İstediklerimi aşırı istiyorum, aşırı çaba harcıyorum. Bunu yaparak da, o işin olmamasını sağlıyorum. Çünkü tüm bu aşırı çabalar, aşırı didinmeler aslında inançsızlıktan ileri geliyor. Ben o işin olacağına inanmıyorum bilinç altımda, belki fazla çabalarsam olur sanıyorum. Bu yoğun çabalarımın sonucu o iş olsa bile, ben çok yorulmuş oluyorum, olan işte eciş bücüş hiç bir şeye benzemeyen bir şey oluyor. Bu sefer de gelsin şikayetler, ben bundan daha iyisini hak ediyorum. Evet hak etmesine ediyorsun belki, ama inanmıyorsun ki olacağına en baştan. Fazla sulaman da bu yüzden, didinip durman içsel endişenden ileri geliyor.
Oysa gerçekten olacağına inansan, yapmak gereken kadarını yapıp bırakırsın olması için. Benimkisi tohumu ektikten sonra çıkarıp çıkarıp bakmaya benziyor acaba patladı mı diye. Sabır ve inanç bir şeyin olmasının özündeki şeyler, gerisi zaten çorap söküğü gibi geliyor. Çiçeklerimizde hep yeşil, hep sağlıklı büyüyor. Öpüldünüz.
Değişik bir bakış açısı; çok güzel olmuş
YanıtlaSil